2005/05/31

Hayriye'nin Şirket-i

Şehirhatlarının bir tayfasıyım şu son günlerde.Özellikle vapurların ikinci katının balkonunun izlenimlerinden sorumluyum.İskeleler geride bırakılmış sevgilileri hatırlatıyor nedense.Dinen caiz olan dört yarimden olsa gerek.
Kadıköy'den biniyorum ilk önce ve genellikle.Ve bırakıyorum Anadolu kokan yarimi iskelede.Hemen yerimi alıp hasret dolu gözlerle sallıyorum ellerimi.Haydarpaşa'dan sonra göremiyorum o narin elleri.Arkamı dönüyorum.Bir süre sonra hasret yerini vuslat heyecanına bırakıyor.Eminönü yarimi beklemeye koyuluyorum.Araya büyük bir petrol tankeri giriyor.Geç kalacağım için üzülüyorum.İnce belli bir çay,bir sigara sonra kavuşuyorum sevgililerin en eskisine.
Eski İstanbul'da yaşamaya alışmış yarim, ne zaman bir gökdelen görse Don Kişotluğa soyunuyor.Balık ekmekleri ya da sadece balıkları,turşucuları, kağıt helvaları arıyor gözlerimiz.Bulabildiğimiz biraz sosisli ve fazlaca insan.Yetinmeyi biliyoruz.Kalabalığın içinde kaybolmuyoruz.Tam olduğumuz yerdeyiz.Bizbizeyiz. Yetinemediklerimi yanıma alıp ayrılıyorum yanından.Yine aynı bakışlar yine aynı parmak devinimleri.Sırtım ona yüzüm İstanbul hanımına dönüyor artık.
Kız kulesi ve salacak göz açımın içinde.Sigarayı sevmediğini hatırlayıp üç paketi elli kuruş olan nane şekerlerinden alıyorum. Nanenin serinliği hanımımın utangaçlığına karışıyor.O anda bir yağmur alsın istiyorum ortalığı.O şemsiyesini açarken mendilini düşürsün, ben ıslak zemine değmeden uzanıyım o gül kokulu mendile.Maksadımız eski günler yâd olsun.İçime şuursuzca çekemeden mendili vakit yine ayrılık vakti.Mâlum İstanbul trafiği.Bir kıta yol tepiyorum yine sağıma köprüyü, soluma Topkapı'yı alarak.
Sözde çağdaş sevgili görünüyor sonunda.Cix cix gülüyor, tiki tiki yürüyoruz con con sevgilimle.Ama bir yozlaşmışlık var ortada.Herşey siyah beyaz olduğundan mıdır nedir?Beşiktaş'tan Ortaköy'e usulca bir yürüyüş tamamlıyor çapkınlığımı ya da çapsızlığımı.
Usul usul esmeyen lodosa karşı celallenmeye başlıyorum.Yüzon numaralı otobüse binip, köprüye yakın bir yerde iniyorum.Bu kadar ayrılığı katlanamıyorum.Bu kadar ayrıklığa.Köprüye gelince ortasında zıplamaya başlıyorum tüm gücümle, ikiye ayrılana kadar.Ayrılıyor ben gibi.Düşüyorum boşluğuna boğazın.Boğuluyorum.Karada, havada, denizde...Haykırıyorum İstanbul'a ama sesimi duyuramıyorum.Ayrılıkların acısı kalbimde, boğazın serin suları ciğerlerimde ölüyorum...

2005/05/11

Kırık

Odada her şey kırık.Çerçeve kırık, vazo kırık, kapı ve pencere kolları kırık, kafam kırık, kalbim kırık.Bütün kırıkları toplamaya çalışıyorum yazılarımda, yazı makinem kırık.Ucunu cam kırıklarıyla açtığım kalemim kırık.Ben kırık.
Beyoğlu’nun ön olmayan yerlerinden birindeki ismini dahi hatırlamak da zorlandığım ücra dedikleri bir otelde kalıyorum.Otel kırık.Otelin ücra sayılabilecek, kimsenin önünden dahi geçmediği otuzyedi numaralı odada kalıyorum.Otuzyedinin yedisi kırık.Hayatım, üstünde bir televizyon olsa bile çalışmayacağına inandığım bir vhs video, otel sahibinin babaannesinin çeyizinden kalma olduğunu tahmin ettiğim perdeler, işsizlik maaşımın yarısından fazlası olan boş şarap şişeleri boş sigara paketleri ile korunuyor.
En son yazımı ne zaman yazdığımı hatırlamıyorum çok da umursamıyorum.Editörlerden birinin uzun bir süre herhangi bir yazı göndermememden şüphelenip odama geldiğinde, bir daha benden bir yazı istemeyeceğini anlamıştım zaten.Ne ben birilerine görünecek haldeyim ne de odam.Haklıydım.En çok haksız olmak istediğim konuda haklıydım.Bir şeyler çiziktirmeye çalışıyorum ama olmuyor.Bir şeyler yazmaya çalıştığım o kağıtlar hep aynı yere, diğer buruşturulup atılmışların yanına gidiyor.Kağıtlara verdiğim para aklıma geliyor ve yazmamaya karar veriyorum.Eskiden feyz aldığım pezevenk-müşteri kavgaları, travesti çatışmaları, uyuşturucu krizleri, fahişeler arası rekabet ve bütün bu olayların tesadüfen hep sonuna yetişen polislerin salak diyalogları yeterli olmuyor artık.Odadan dışarı çıkamıyorum.Her çıkışımda 1.Dünya Savaşı’nı hatırladığını zannettiğim Rum otel sahibi ve düşmanca bakışları karşılıyor beni.Suratında iki aylık ödenmemiş kira, canından ve işinden bezmişlikle yan yana.Görebiliyorum.Nadir çıkışlarımdan izlenimlerim kalmadı artık.Olay namına sadece kavga gürültü, düşüncelerden de sadece hiçlik kaldı.Düşüncelerimin yoklaşmasına engel olamıyorum.İnsan olduğumdan bile şüpheliyim artık.Hayvan gibi yiyor, içiyor, sıçıp uyuyorum.Arada rehine bırakmadığım kitaplarıma göz atıyorum.Etkilenmeyeyim diye fazla okumuyorum.Okuduğumda bir şeyler üretebileceğimi biliyorum.Ama kendimsel cümlelerden oluşmamasından korkuyorum yazdıklarımın.Sigaram bitmek üzere.Dışarı çıkmam lazım.
Sonunda dışarı çıkıyorum.Her şey farklı her şey ayrı bir devinim içinde.Dışında olan bir tek ben varım.En son dışarı çıktığımda giydiğim elbiselerin hala üzerimde olması bunu en iyi şekilde ispatlıyor zaten.Düşünsel olarak da değişen bir şey yok.Çünkü yazdığım herhangi bir şey yok.Fazla param da kalmadı ve maaşın yatmasına daha on iki gün var.Sigarayı azaltmam gerek.Yoksa azaltmak zorunda kalacağım.Bir saatçinin önünden geçiyorum.Ama hangi saatin doğru olduğuna karar veremeyecek kadar gerisindeyim zamanın.İstiklal’de insanlar kum gibi.Bu kumkumanın içinde nerdeyim hangi zerreciğim kestiremiyorum.Savrulup gitmek için uğraşıyorum.Ama laktik asit sarmış her yanımı sanki.Yorgunluğumu ifade edemiyorum kendime ve diğer zerreciklere.Daha bir kıskanıyorum savrulmalarını.Kıskandıkça içime gömülüyorum.İçimde bir şeyler bulmaya çalışıyorum.Eşeliyorum belki gizli bir hazine bulabilirim diye.Ama nafile.Etrafta gömülü ceset bile yok ganimetlerini alabileceğim.Birkaç kemik var ama onların da insan olduklarında şüpheliyim ben hayvanlaştıkça çevremdekilerde benleşiyor.
En sonunda içinde biraz ben olduğum oteli buluyorum.Kapanıyorum odama her zamanki gibi.Ölmeyi bile düşünüyorum.Onun bile benim için lüks olduğunu düşünüp vazgeçiyorum.Şey’den vazgeçiyorum.Her’den vazgeçiyorum.Her’im kırık.Şey’im kırık.Vaz’ım kırık.Geç’im kırık.Yorum’um kırık.Yeter artık.Bıktım kırıklardan, kırıklıklardan….
Odamı topladım.Alkolü bıraktım.Sigarayı ancak azalttım.Aslında hiçlikten bir hayat kurmak daha kolay.Kırıkları yapıştırmaktan daha kolay.Öyküler yazdım.Çok yazdım.Hatta ben bile beğendim.Editör bile geldi.Aslında ben çağırdım.Garip o da beğendi.Fahişeler yazdıklarımı beğenmişcesine bağrışıyor, travestilerin çığlıkları iltifat sanki, pezevenkler müşterilerine kıyaslamak için beni gösteriyor gibi.
Müzik mi duyuluyor ne?Ve maestro!!!

Sinir

Sınırlarım vardı sensiz
Dağları, okyanusları aşan
İçini boşluklarla doldurduğum.
Sınırlarım var artık senli
Bedenimin sınırlarını aşamayan
Doldurduklarımla boşaltmaya çalıştığım
Ve içine sığamadığım...

Cereyan

Hayatımın kapı kolu kırık.Sen girip çıktıkça cereyan yapıyor hayallerim.Üşüyor ruhum hayat denilen tayfunda.Ya gir içeri beraber bir hayat yaratalım içerde.Ya kapat kapıyı ve çık dışarı ki sensiz bir hayat girmesin içeri...

2005/05/04

Öykünme

Geçmişte,gelecekte ve şimdide değildi zaman..Elinde sigarası,yaptığı halkaları boynumdan geçirip bağlıyordu kendine.Bağlıyken boynum şimdiydi,duman dağılınca geçmiş,bir daha ki halka gelecek.Zaman böyle buğuluyken,yerin bir önemi varmıydı?Yaşlanmış düzinelerce izmarit tanımlar mıydı yerimi ya da yersizliğimi?Bunlar beynimin içinde raks ederken küçük bir odada,cılız bir ışık altında,bodur bir sandalyede günlerdir ellerim bağlı oturuyordum.oturuyordum yanlış kelime olsa gerek.Acı çekiyor,uyuyamıyor,doğru dürüst birşey yemiyor ve en önemlisi sigara içemiyordum,suratıma üflediği dumanlardan içime çekmeye çalıştıklarımı saymazsak tabi.Buruşmuş izmaritler bile alay ediyordu hayatım boyunca onları ezmenin acısını çıkartırcasına.Hepsi ayrı bir sırıtık.Hepsi ayrı bir kahpe.Günün belli saatlerinde gelip suratıma iki duman,üç yumruk vücudumun geri kalanına da tekmeler savurup ettiği küfürlere verdiğim tepkileri izliyordu.Tepkisizleşen bedenim yüzünden daha bir sert vuruyor,daha sert küfürler ediyordu sertleşen bedenime,varlığıma,hiçliğime,kişiliğime,benliğime,gelmişime,geçmişime...En sevdiğim yemekleri yapıyordu inadına ama hep bir lokma hep bir kaşık.Bol yağlı yapıyordu bile bile sigarayı daha bir isteyeyim diye.Ailemin,arkadaşlarımın o an ne yaptığını anlatıyordu tüm ayrıntılarıyla sanki ayrıntıları düşünecek haldeymişim gibi.Çok umurumdaymış gibi maaşımdan ne kadar kesileceğini hesaplıyordu hergün,eğer bir maaşım kaldıysa tabii.İlk günlerde düşündüğüm kadar düşünmüyordum suçlu olup olmadığımı.Belki açtığı fiziksel,belki açtığım ruhsal yaralardan.Bilmiyordum.Aslında bilip bilmediğimi dahi bilmiyordum.Beynimde düşünebilecek kadar hücre kaldığını sanmıyordum ondan olsa gerek.Ama nasıl oluyor da hatıralarım hâlâ bu kadar net ve gerçeksi çözemiyorum.Bütün cümlelerim gibi anılarım da olumsuz fiil ekleriyle sonlanıyor.Cümleler miydi sonlanan yoksa ben mi karar veremiyordum.
Etraftaki o dayanılmaz kokuya da aldırmıyordum pek.Ben öldükten sonra,tabi öldürürse,burayı temizlemek için suratıma attığı yumruklara harcadığı kadar enerji harcaması gerektiğini biliyordu herhalde.Koku sayesinde olsa gerek,odaya daha az gelip daha az kalıyordu.Daha az sigara kokusu.Bir topluluğu yokedicek kadar kötü bir üçlemeydi;sigara,dışkı,kan...
Galiba bir gün daha geride kaldı. Üzerinde o nefret ettiğim derin dekolteli kırmızı elbise ve siyah makosenleri yoktu görebildiğim kadarıyla.Daha fazla nefret ettiğim beyaz bluzunu giymişti.Ve yine göğüslerinin yarısı ortada.Bir inat için bu kadar uğraşmak onu yormuyordu bence.Hergün yemeklerden sonra aldığım darbelerin sabah faslından sonra dışarı çıkmıştı.Bugünde öldürmemişti.Üzülmüştüm.Artık daha bir üşüyordum ya kış geldiğinden,ya ecelime yaklaştığımdan.Ama ecel hafif geliyordu artık bana .Acı çekerek ölmek istiyor gibiydim.Bağımlısı mı olmuştum acının bilmiyorum.Belki hakettiğimi sanması içindi,belki gerçekten hakettiğim için.Karşılığını da almıyor değildim.Zor duyan kulaklarım, cevap vermekten aciz ağzım onu daha çok kızdırıyor ,bana fazladan kroşe ve aporkat olarak geri dönüyordu.
Bir kaç gün daha geçti sanırım.Duygularımı darbeleriyle yoketmişti,yokettiğini de anlamıştı.O sabah anlamıştım biteceğini ama hala geciktirme peşindeydi her zamanki gibi.Aceleyle çıkmıştı odadan . Bir yere yetişmesi gerekmeseydi bitirmişti bütün mevzuyu.Çünkü mevzu olan bir ben,mevzu olan bir o kalmamıştı ortada.
Sıradan olmadığını farkettiğim son akşam bütün hıncıyla dalmıştı son defa olduğunun bilincinde.Ne anılar vardı artık ne düşünceler ne duyamadığım sorular ne de verilemeyen cevaplar.Kendime geldiğimde yerimi tanımlayacak pek bir şey kalmamıştı.Ne yaşlanmış izmaritler,ne kurumuş kan,ne sarı bir göl ne de kahperengi tepecikler.Bütün manzaram, başıma üşüşmüş doktor ve hemşireler,ağzımda mideme kadar indiğini hissettiğim bir tüp,fazlaca ışık,fazlaca hijyen.Burnumdan o bağımlısı olduğum kokuyu bile silip atmışlardı. Daha fazla dayanamadım.Kendimden geçmişim.Tekrar kendime geldiğimde tanımlayıcı ögeler yine değişmişti.Duygularının karmaşıklığından ağladını tahmin ettiğim annem,yüzüme bakmaktan korkan babam ve ikisini bu duygulardan uzaklaştırmaya çalışan ağabeyim.Ve birkaç çiçek cinsini ve kimden geldiğini bilmediğim.Kurabildiğim ilk cümle birşey sormamaları gerektiği olmuştu.Çünkü cevap vermekte yine acizdim.Bu acizliğimi uyandığımı nerden öğrendiklerini bilmediğim bir kaç üniformalı bozmuştu.Onları da bir kaç cümleyle merkezlerine göndermeyi başarabilmiştim.Sırada doktorum vardı.Onun en iyi yanı cümlelerinin sadece cevaplardan oluşmasıydı.Birkaç gün içinde evime dönebileceğimi söledi.Evim?Neresiydi ki bu evim?Evsiz,yersiz,çelimsiz ve gönülçelenimsizdim artık.
Evet.Nası olduysa yaşıyorum hala.o da yaşıyor bana bütün bunları yapan kadın.Aslında sözünde durmadı,ya da bir bakıma durdu.Beni öldürmedi,ya da bir bakıma öldürdü.Ama içindeki beni.Hala hekedip haketmediğimi bilmiyorum.Bütün bunları benimde ona yapmam gerekmez mi?Çünkü beni şu an benim cesedimle,bensiz bir hayatla aldatıyor...

2005/05/02

Kimsin Sen?

ben,sen ve o başkası değil...belki biraz da siyah.biz, siz, onlar değil.tanrı ve hiçliğin zaten yeri yok.kim ve ne kaldıki geriye.bakmazsan eğer geriye dön biraz ileriye yada bırak gel şimdiye..usulca yanaş eccik uzan yanıma biz olalım diye.bu yazının tamamı sevgiliye...